Bilimin Öncüleri Makaleler

Cahit Arf (1910-1992):Tutkulu ve Yaratıcı Matematikçi

altCahit Arf, Cumhuriyet döneminde yetişen dünya çapında matematikçilerimizden biridir. Matematik teorisine yaptığı katkılarıyla adını bilim tarihine yazdırdığı gibi bilimin Türkiye’de gelişmesine de çok büyük katkılar yapmıştır. Başarılarına karşın ülkesinin zor koşullarında çalışmayı göze almış ve bilimin ülkemizde kurumsallaşmasında baş rolü oynamıştır. Cahit Arf, Helmut Hasse’nin (1898-1978) yanında yetişti. Hasse, yirminci yüzyılın en büyük Alman matematik dehalarındani biriydi. Arf da “HasseArf teoremi” ile matematik dünyasında tanındı. Geometri problemlerini cetvel ve pergelle çözülebilir olup olmadıklarına göre sınıflandırmayı tasarlayan Arf, yalnızca ikinci dereceden cebirsel denklemlere indirgenebilen problemlerin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebileceğini saptadı.

Bazı cisimleri sınıflandırıp, değişmezlerini saptadı. Bu çalışmada ortaya çıkan “Arf değişmezi” terimi onun matematik dünyasındaki ününü arttırdı. Ayrıca, “Arf halkaları” ve “Arf kapanışları” kavramlarıyla tanındı. Arf, son yıllarda da matematiğin biyoloji bilimi içindeki olası uygulamaları üzerinde çalışmalar yapıyordu. Akademik dünyanın yapay hiyerarşik ayırımlarıyla alay ederdi. Ödülleri ve törenleri pek sevmezdi. Matematik, bir tutkuydu onun için; daha doğrusu o, bilimi bir tutku olarak görüyordu. Ünvan, para gibi şeylerin bu tutkunun önüne geçmemesi gerektiğini söylerdi.

Cahit Arf, 11 Ekim 1910’de Selanik’te doğdu. İki yıl sonra Balkan Savaşı’nın başlamasıyla aile İstanbul’a göç etti. Sonra ailesi onu Fransa’ya gönderdi ve Fransa’nın ünlü okulu Ecole Normale Superiore’u bitirdi. Yüksek öğrenimini burada 1932’de tamamladı. Bir süre Galatasaray Lisesi’nde matematik öğretmenliği yaptı, sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için Almanya’ya gitti.  Göttingen Üniversitesi’nin Matematik Bölümü, köklü bir matematik geleneğine sahip, önemli bir merkez konumunda olan bir bölümdü. 1930’lu yıllardaki siyasal gelişmeler nedeniyle üniversiteler üzerinde artan baskılara karşın Hasse gibi bazı matematikçiler Göttingen’ de kalabilmişlerdi. Sonraları büyük şöhret kazanacak olan Witt’de yine burada Hasse’ nin yanında doktora yapmaktaydı. Bu nedenle Cahit Arf, 1933 Üniversite reformu çerçevesinde, doktorasını yapmak üzere yurt dışına gitme fırsatı çıkınca Göttingen’e Hasse’nin yanına gitti. Buradaki çalışmalarının bir bölümü Arf-Hasse teoremi olarak bilinmektedir. 1938 yılında Göttingen Üniversitesi’nde doktorasını bitirdi.1940 yılının sonunda Türkiye’ye döndü. 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör oldu. İstanbul Üniversitesi, TÜBİTAK ve ODTÜ, onun büyük hizmetler sunduğu kurumlardı. Arf’ın Türkiye’ye döndüğü yıllarda İstanbul Üniversitesi, Prof Dr Kerim Erim’in yönetiminde Almanya’dan Nazi baskısı sonucu Türkiyeye sığınan bazı bilim adamlarının da bulunduğu mükemmel bir araştırma ortamı durumundaydı. 1960 İhtilalinden sonra 1963’te TÜBİTAK’ın kurulmasında en çok emeği geçen bilimciydi.

“Generaller ve Erler”

altJapon asıllı matematikçi Masatoshi Gündüz İkeda  (1926-2003) 1964’te Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçti. ODTÜ ve TÜBİTAK’ta çalıştı. Bir toplantıda kendisini bir askere, Cahit Arf’ı da bir generale benzetti; ama bakın bu benzetme nasıl yanlış anlamaya elverişliydi. Bunu şöyle anlatıyor: “İki grup matematikçi vardır: Birinci grupta somut problemler üzerinde metod geliştirip çözmeye çalışan matematikçiler yer alır. Bunları bir ordunun askerlerine benzetebiliriz. Bir de daha büyük işler yapan, teori geliştiren generaller vardır. Bir konuşmamda Cahit Arf için ‘O, ikinci sınıf matematikçilerdendir.’ demiştim. Yanlış kelime kullandım tabii; sanki Cahit Arf ikinci sınıf matematikçidir demişim gibi anlaşıldı. Oysa ben Cahit Arf’ın teori geliştirenler arasında olduğunu söylemek istemiştim. Ben bir matematikçi olarak daha ziyade asker sayılırım. Somut problemler üzerinde çalışmaya alıştım. Ama bir savaş yalnızca generallerle kazanılmaz öyle değil mi?” (İkeda, Türkiye’ye gelmiş olduğu 1960 yılından bu yana, karşılaştığı güçlüklere rağmen, inançla ülkemizde araştırma düzeyinin yükselmesinde büyük rol oynamış, bilge kişiliğiyle 43 yıl Türkiye’deki bilime katkı yapmıştır.)

Neler Dediler?

Tosun Terzioğlu

altCahit Arf, mesleki araştırmalarının yanısıra Türkiye’de bilimin kurumlaşması ve insanların bilim eğitimi alması konusunda çok çalıştı. TÜBİTAK Bilim Kurulu başkanlığını büyük bir özveriyle yürüttü. Matematikçi Tosun Terzioğlu’nun şu saptamaları onun ne denli geniş ufuklu olduğunu gözler önüne seriyor:“Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda yeni ve farklı bir üniversite modelinin ve kültürünün ortaya çıkması için çaba gösterdi. Akademik dünyanın yapay hiyerarşik ayrımlarıyla alay ederdi. Özellikle genç öğretim üyeleri ve öğrencilere çok güzel, yararlı ve keyifli bir diyalog içindeydi. Her zaman üniversite içi çekişmelerden ve politikadan özenle uzak durduğu halde ODTÜ sistemi tehlikeye düştüğünde duyarlı ve sorumlu bir bilim adamı olarak kendini bir mücadelenin içine atmaktan çekinmedi. Bu onurlu mücadelede bile matematiğin aksiyomatik yaklaşımını kimseye fark ettirmeden kullandı.

Duyularımızla, zekamızla sonluyu, sınırlıyı algılamayı daha iyi beceririz. Zaten hayatımız da sonlu değil mi? Ama matematikte kalıcı izler bırakanlar sonsuzu bir şekilde, bir biçimde iyi algılayabilen ender insanlardır. Böyle insanları öldüklerinde sonsuza uğurlamak doğru olmaz mı?”

Erdal İnönü

Türkiyede Üniversitelerimizin kurumsallaşmasında emeği geçen bir başka bilim insanımız, fizikçi Erdal İnönü (1926-2007) o dönemi şöyle anlatıyor:

“Benim kuşağım için Türkiye’de bilim adamı deyince akla gelen iki isim vardı: Cahit Arf ile Ratip Berker. Kamu oyundaki birlikteliği yansıtan bir rastlantıyla bu ünlü bilimcilerimizi geçen üç ay içinde arka arkaya kaybettik. Burada her ikisine saygı ve minnetlerimi sunarak, Arf’la ilgili bazı anılarıma değinmek istiyorum.Önce şuna işaret edeyim. Bir ülkede bilimsel araştırma ortamının kolay oluşmadığını, verimli sonuçlar elde edebilmek için yıllar ve yıllarca çabalamak gerektiğini yaşayarak öğrendik. Başlangıçta iyi fark edilmeyen bir önemli zorluk, gerçekten yetenekli gençlerin zamanında bulunup desteklenememesinden kaynaklanıyor. Kim çok yetenekli, kim çok hevesli ama az yetenekli, bunları ayırt edebilmek için ülkede başarılı araştırmacılardan meydana gelen yetkili bir çevre bulunması şart. Böyle bir çevre yoksa, devlet yanlış insanları destekliyor ve sağlıklı bir bilim ortamı da bir türlü kurulamıyor. Bu ikilemin kırılması doğuştan yetenekli ve iyi niyetli birkaç öncünün bir şekilde destek bularak araştırmalarıyla sivrilmesi ve toplumda hak ettikleri yerlere gelmesine bağlı. İşte Cahit Arf, Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletten yardım görmüş temel bilimciler arasında üstün karakter özellikleri ve yeteneği ile böyle bir öncülük yapabilmiş insanların biri, belki birincisidir.

 Cahit Bey’in adını ilk önce 1942’de lisenin son sınıfında astronomi öğretmenimiz Mehmet Arslantürk‘ten (1916-1975) duymuştum. Fen Fakültesi’nde öğrenciyken katıldığı matematik seminerlerinde, oturumu yöneten konuk profesör Von Mises’in değişik konularda ortaya attığı sorulara yalnız Cahit Arf’ın yanıt verebildiğini, hem Von Mises’in, hem de o zaman genç bir doçent olan Arf’ın öteki matematikçilere üstünlüğünü gösteren bir kanıt diye, hayranlıkla anlatmıştı. On yıl sonra, Ankara Fen Fakültesi’nin yeni asistanı olarak bilim ortamımıza girdiğimdeCahit Bey, İstanbul Üniversitesi’nin ordinaryüs profesörlüğe yükselmiş bir hocası ve kendi adıyla anılan katkılarıyla dünya çapında ün kazanmış bir matematikçiydi. Öteki büyük hocalardan bir farkı, kendi alanı temel matematik dışındaki konularla da, özellikle üniversiteye yeni katılan gençlerin araştırmalarıyla yakından ilgilenmesiydi. Örneğin, teorik fiziğe çok merakı vardı. Kuantum mekaniğini de olanak verdiğince anlamaya çalışır, hep daha geniş genellemeler yapılamaz mı sorusunu sorardı. 1952-1953 ders yılında kısa bir süre İstanbul Fen Fakültesi’nde konuk araştırıcı olarak bulundum. Cahit Bey, doktoralarını tamamlamış ve araştırma yaşamına yeni başlamış yetenekli genç teorik fizikçilerin verimli çalışabilmeleri için İstanbul Üniversitesi’nde bir Teorik Fizik Enstitüsü kurulmasında öncülük etmişti. Bu konuda senatoyu ikna etmiş ve yeni enstitünün kurucu müdürlüğünü, yönetim görevlerini hiç sevmemesine karşın, üzerine almıştı. Türkiye’de canlı bir araştırma ortamının var olabileceğini ve verimli sonuçlar vereceğini ilk kez gösteren merkezlerden biri o enstitü olmuştu. Cahit Arf’ın başkanlığında Feza Gürsey, Fikret Kortel ve benim teorik fizikçi, Giacomo Saban ve Asım Özkan‘ın matematikçi olarak katıldığımız seminerlerde, her hafta birisi yaptığı bir araştırmayı anlatıyor ve Cahit Bey, sorularıyla konu üzerinde başka incelemeler yapılmasını özendiriyordu. Feza Gürsey’in, kendi bulduğu, konform değişmezliği olan bir nonlineer parçacık denklemini anlatmasından birkaç gün sonra Fikret Kortel bu denklemin bir çözümünü elde etti. Benim gruplar teorisinin bir uygulaması olarak anlattığım araştırmaya Cahit Bey başka bir yaklaşım önerdi ve ben de bu şekilde çalışmamı daha ileri götürme olanağı buldum.

Cahit Arf ve TÜBİTAK

Daha sonra, 1961-1971 arasındaki yıllarda, TÜBİTAK’ın kuruluşunda ve ODTÜ’de temel bilimlerin geliştirilmesinde uzun süren, verimli bir işbirliğimiz oldu. TÜBİTAK’ın, hızlı gelişmeye olanak veren reformcu bir yasayla kurulmuş olduğu genellikle kabul edilir. Bu başarıda birçok bilimcimizin payı vardır. Ama, Cahit Arf’ın katkısı bence hepsinden üstündür. Çünkü, başka bir boyutta, saygınlık ve güvenirlik boyutunda etkisini göstermiştir. Gerek bilim çevrelerimizde, gerek Turhan Feyzioğlu, Süleyman Demirel gibi siyaset adamlarımızda, Cahit Bey’in bilgisine ve içtenliğine duyulan büyük güven olmasaydı, yasa tasarısının hazırlanış ve kabulü sırasında önümüze çıkan çeşitli engelleri aşamazdık. Sonuçta TÜBİTAK ya hiç kurulmazdı, ya da çok yetersiz bir yasa ile ortaya çıkardı.

İlginçtir ki, bir araştırma konseyi tasarısı hazırlamanın gündeme geldiği günlerde yaptığımız ilk görüşmede Cahit Bey, bazı kaygıları yüzünden böyle bir merkezi örgütün hemen kurulmasına taraftar olmamıştı. Kaygılarını da şöyle anlatmıştı: “Bizim gibi henüz sağlam bir bilim geleneği kurulmamış ülkelerde bir merkezi örgüte araştırmaları destekleme yoluyla yönlendirme yetkisi vermek tehlikelidir.

Gerçek bilimcilerin siyasal destekleri zayıf olur, bu kuruluşun yönetim mevkilerine gelemezler. Bilimsel araştırmaların ne olduğunu bilmeyen, ama bildiğini sanan insanlar onların yerine geçer ve yanlış müdahaleleriyle araştırma yaşamını destekleyecek yerde engellerler. Onun için merkezi örgüt kurmakta acele etmemek daha doğru olabilir. ” Görüşmelerimizle o günkü durumda umut verici işaretler olduğuna yavaş yavaş inanmış ve sonunda, tasarı komisyonunun başına geçerek canla başla işe girişmişti. Kaygılarının gerçekleşmediğini, kısa bir süre dışında TÜBİTAK yönetimine hep araştırmayı bilen insanların gelebilmiş olduğunu görmekten mutluluk duyduğunu kendisine söylemiş olduğunu, Dinçer Ülkü geçen gün cenaze töreninde dile getirdi.

Cahit Bey, Bilim Kurulu’na, ya da araştırma gruplarına üye seçerken adayların eylemli olarak araştırma yapıp yapmadıklarına bakardı. Bir sefer, yasaya göre özel kesimi temsil edecek birisini ararken, olası bir aday olarak önerilen, Ankara’da bir vinç fabrikası kurmuş sanayici Doçent Orhan Işık’ı görmeye gitmiştik. Rahmetli Işık’ı, atölyede, işçi tulumu içinde çalışırken görünce, “tamam” demişti, “İşte aradığımız insan!”. Onun deyimiyle, iyi araştırıcılar, gerektiğinde “tenekecilik” yapmasını bilenlerdi.

Kendi araştırmalarına yön veren, yol gösteren hedefin hep olaylarını, süreçlerin ya da ilişkilerin nedenlerini anlamak olduğunu söylerdi ve büyük harflerle “ANLAMAK” diye de vurgulardı. Onun için anlamak, söz konusu eğer matematikse, birtakım uzun ve karışık hesaplarla bulunmuş sonucu temel yapının özelliklerinden doğrudan doğruya sezebilmek, öteki bilimlerde de gözlenen olayı gene bir matematiksel model yardımıyla bir neden-sonuç ilişkisi haline getirebilmek demekti. Bu görüşle sosyal bilimlerde geçerli olacak matematiksel yapılar arayışını hep özendirdi.

Sanırım, yaşamı boyunca, ailesine bağlılığı dışında izlediği iki önemli amacı vardı. Biri, matematikte kalıcı sonuçlar elde ederek adını ölümsüzleştirmek. Öteki de Türkiye’de bilim ve araştırma ortamını geliştirmek. Bu amaçlarının ikisine de sağken varmak mutluluğuna erişti. Matematik yazınına getirdiği kavramlarla yaptığı buluşlar her zaman Arf adının anılmasını sağlayacak. Türkiye’de bilimin yeniden doğuşunun öncülerinden biri olarak her kuşaktan öğrencileri kendisine saygı sunmaya devam edecekler.”  

Düşünce Adamı Olarak Arf

Cahit Hoca’nın tüm uğraşısı matematik değildi. O, ülkemizin temel bilim, eğitim, teknoloji alanlarının sorunları kadar toplum yaşamımızı düzenleyen oluşumlar üzerinde düşünür, fikir üretir, söyler ve yazardı. Özgür İnsan dergisinde yayınlanan “Özgürlüğün Temeli” adlı yazısında (Haziran, 1976) şunları yazmıştır:

“1932’de matematik eğitimimin okul devresini bitirerek yurda döndüğümde o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı’nda bulunan yaşlı bir dostumla ne yapacağımı konuşurken, kendisine gençliğin safdil idealizmi ile, bir Anadolu kasabasında matematik öğretmenliği yapmak istediğimi ve orada öğrencilerimle matematik hocalığı yaparak ilgilenmek istediğimi, onlara mesela Marx ve Nietzsche’yi okuyacağımı, elimden geldiği ölçüde münakaşa edeceğimi edeceğimi söyledim. O zamanın heyecanlı bir tarih öğretmeni olan yaşlı dostum, hayretle, matematik, Marx ve Nietzsche arasındaki münasebetsizliği işaret etti. Buna yanıtım şu oldu: “Amacım, öğrencilerime şu veya bu görüşü telkin değil, özgür insanlar yetiştirmek”. O zaman kastettiğim özgürlük bugün mutluluğumuz için bir bakıma en çok gerekli olduğu kanısında olduğum “önyargılardan kurtulma” idi. Kanımca Milli Eğitimin temel ilkesi şu veya bu şekilde şartlanmış gelecek kuşakların yetiştirilmesi değil; tam tersine, gelecek kuşakların şartlanmamış, olayları olduğu gibi gören, her olayda, her davranışında “neden” diye sorabilen ve bu soruya doğal, mantıksal yanıtlar verebilen kişiler olarak yetiştirilmiş olmalıdır.”

Cahit Arf’ ın ODTÜ’ de bulunduğu yıllarda gerek öğrenci olayları gerekse diğer toplumsal çalkantılar nedeniyle eğitim değişik zamanlarda kesintiye uğradı. Yönetim kademelerindeki görevlerden pek hoşlanmadığı halde Cahit Arf, bu dönemlerde bir takım yönetsel görevler de üstlenmek zorunda kaldı. Örneğin 1971’deki 12 Mart muhtırası döneminde bir ara vekaleten Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’nı yürüttü. 12 Mart’tan sonra ODTÜ rektörü olan emekli general Şefik Erensü’ nün ikna çabalarına rağmen daha sonra asaleten atanmayı kabul etmedi. İkinci büyük kesintide üstlendiği rol daha da ilgi çekiciydi. 1977 yılında çıkan kriz sırasında okulun okuldan olmayanlarca işgal edildiği, eğitimin durduğu, bilim yapma olanağınınkalmadığı hatta can güvenliğinin bile tehlikeye girdiği bir ortamda o zamanki ODTÜ yasasına göre en yetkili organ olan Üniversite Konseyi’nin seçtiği ve yetkilerini devrettiği dört kişilik “İcra Komitesinde” yer aldı ve tüm tehlikelere rağmen en ön safta mücadele etti. Bilim ortamının tehlikeye girdiği durumlarda bilim adamlarının buna kayıtsız kalamayacağının en önemli örneklerinden birini verdi. Bunu da bilim adamı kişiliğine yakışır bir biçimde yaptı.

Tosun Terzioğlu ve Akın Yılmaz, “Anlamak Tutkunu Bir Matematikçi Cahit Arf” (2005) adlı bir kitapla onun yaşamı ve görüşlerini anıtlaştırmışlardır.

Cahit Arf’ın bu konuda anlattığı bir öyküyü anlatmak istiyorum. İlk radyo vericisini yapan İtalyalı mucit Guglielmo Marconi (1874-1937, Nobel Fizik 1909) İngiltere’de bir davette bulunuyor. Marconi, akademik bir bilimci olmaktan çok bir mucit ve mühendis. Orada bulunan bayanlardan biri kendisine telsiz telgraf iletişiminin nasıl yapıldığını soruyor. Marconi de kendisine bir havuzun bir kenarına atılan bir taşın yarattığı dalganın yayılması ile havuzun diğer ucunda taşın atıldığının farkına varılabileceğini ve başka başka aralıklarla havuza atılan taşların havuzun diğer ucuna  işaretler gönderebileceğini söyleyerek anlatmaya çalışıyor, fakat aceleci olan bayan “ha anladım” diyerek dostlarına telsiz telgrafı şöyle anlatmış :

“Örneğin İngiltere ile New York arasında telsiz telgrafla muhabere yapmak için Atlantik’e İngiliz sahillerinden taşlar atılır ve bunların oluşturdukları dalgalar New York’ta kaydedilir. Sonra bunlar yapılan bir anlaşmaya göre kelimeler olarak manalandırılır.” (www.atomevren.com)RK

Daha fazla okuma için:

[1] Bilim ve Mühendislik, Boğaziçi Üniversitesi, Mühendislik Klübü Yayınları 1993

[2] Cahit Arf, ODTÜ Tarafından Onur Doktorası Verilmesi Nedeniyle Hazırlanan Kitapçık, ODTÜ, 1981.

[3] M. Gündüz İkeda, “Benim Gözümle Matematikçi Cahit Arf“,  TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, 363. Sayı

[4] Erdal İnönü , “Cahit Arf’tan Anılar”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, 363. Sayı, Özel Ek

[5] Tosun Terzioğlu-Akın Yılmaz, Anlamak Tutkunu Bir Matematikçi Cahit Arf, TÜBA –Yaşam Öyküleri 4.

[6] Ali Sinan Sertöz/http://www.bilkent.edu.tr/~sertoz/efsane.pdf (19.12.2011)

[7] http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/ozel/arf/default.html (19.12. 2011)

[8] http://www3.iam.metu.edu.tr/matematikvakfi/cahitarf-onder.pdf (19.12.2011)

                                                                                 Ramazan Karakale