Dahilerde çılgınlık nadir görülen bir özellik değildir; ama bunu hiçbir gösterişe kaçmadan dürüstçe yaşayan ve gösteren dahi nadir görülür. İşte Richard P. Feynman https://www.atomevren.com/richard-philip-feynman/ (1918-1988, Fizik Nobel 1965), böyle nadir görülen bir örnek. Akademik kariyerine Cornell Üniversitesi’nde başladı ve sonra ömrünü California Teknoloji Enstitüsü’nde (Caltech) geçirdi. O, kendi arkadaşlarınca da büyük bir öğretmen olarak değerlendirildi. Onun cüretkârlığı, şu ünlü sözünde yazılıdır: “Yaratamadığım şeyi anlayamam.”
Öğretmenliği de kendi kafasının dikine giderek yaptı. Gerçekten bilimin en çetrefil konularını anlaşılır şekilde anlatmakta üstüne yoktu. Bilmediği şeye bilmiyorum diyebiliyordu.
Bulunmamış olan şeye daha kimse bulamadı diyebiliyordu. Otoritenin dediğini, kendisi yokladıktan sonra kabul ederdi. Hiç bir otoriteden korkusu yoktu. Bilgiç görünen, havalı bilimcileri “azametli aptallar” olarak nitelemekten çekinmedi. Seminer konuşmacılarını, ardı arkası gelmez sivri sorularla terletirdi. “Çoğumuz ondan korkardık” diye belirtir Caltech’ten bir meslektaşı. “Öğretim kadrosu toplantılarında, onun görüşüne uymayan bir şey söylediğinizde sivi bir dille sizi olduğunuz yere mıhlardı. Hiç kül yutmazdı. Benim izlenimim o ki hiçbir öğretim üyesi onunla yakınlık kurmayı başaramadı.” Öte yandan kapısı öğrencilere hep açıktı. Hiçbir kapı da ona kapalı görünmezdi. Büyüklük taslamadığı için her kapıdan içeri girebilirdi! Girdi de.
Onu okuduğunuz zaman, içinize özgürlük coşkusu dolacak ve ruhunuzu sıkan despotik cenderelerin gevşediğini göreceksiniz. Gerçekten o, yeni ve keşfedilmemiş okyanuslara açılmak isteyen araştırma aşkınız, henüz sönmediyse, onu kamçılayacaktır. Tahminim siz de onu çok seveceksiniz.
Feynman için ders salonu bir tiyatro, hocalık da sahnede oyunculuktu. Oyununu anlayarak, severek, içtenlikle oynayan bir oyunculuktu bu. Aynı zamanda “insani zevkleri” olan ve bunu da hiç saklamayan bir adamdı. İnsan olan birinde “insani zevkler” olması, hayli normalse de böyle bir niteleme yapılabiliyor. “İnsani zevkleri” şöyle anlatabilirim: Kumarbazlarla, müzisyenlerle, üç kâğıtçılarla ve güzel kadınlarla haşır neşir olmak için Las Vegas’a takılırdı. Restorantlara yaptığı resimleri hediye ederdi. Üstsüz kızların sahne aldığı barlarda demlenirken fizik de yapardı. Uzun boylu, yakışıklı, usta bir dansçı ve hızlı vuruş yapan bir davulcuydu. Sokakta müzik yapan gruba katılıp davul çalmaktan çekinmezdi. Genç yaşta atom bombası projesine (Manhattan Projesi, Los Alamos) katıldı. Orada da yaşam dolu bir teorik fizikçi genç olarak sivrildi; açılmadık çekmece bırakmadı. Her türlü kilidi açmayı beceriyordu. Orada da Robert Oppenheimer ve Hans Bethe gibi hem fiziğin hem projenin etkin beyinlerinin sevgisini kazandı.
İşte onun bakış açısını özetleyen bir paragraf:
“Düşlerimiz, açık kanalı bulmak içindir. O halde nedir tüm yaşamın anlamı? Varlığın sırrını çözmek için bugün ne söyleyebiliriz? Eğer sadece eskilerin bildiklerini değil, fakat aynı zamanda onların bilmediği ve bizim bugüne kadar öğrendiğimiz tüm bilgileri de hesaba katarak düşünürsek, sanıyorum ki açık yüreklilikle bir şey bilmediğimizi kabul etmek zorundayız. Ancak zannediyorum ki açık kanalı, muhtemelen bu gerçeği kabul etmekle bulduk.
Bilmediğimizi kabul etmek ve nihai olarak istediğimizi yapmanın bir yolunu geliştirmek için yeni değişikliklere, düşüncelere, yeni katkılara ve ve keşiflere imkan verecek yolun yönünü kaçınılmaz olarak bilmediğimizi kabul eden yaklaşımı daima korumalıyız.”
Böyle bir bakış açısının insana vereceği araştırma coşkusunu ve bilme isteğini tahmin edebiliyor musunuz?
1986’da – ölmeden iki yıl önce – ünlü Challenger uzay mekiği kazasındaki ihmali ortaya çıkardı ve saygınlığı bir kez daha yükseldi. Komisyon, kazanın gerekçelerini örtbas etme eğilimindeydi. O komisyondaki tek bilim adamı olarak hatayı basit bir gösteri deneyiyle ortaya koymaktan çekinmedi. Aşağıda bir çok olgunun ayrıntılarını bulacaksanız.
Onun bazı anılarını sizinle paylaşmak istiyorum. Onun hakkında genel bir zaman çizelgesi oluşturmak için kendi ağzından anlattığı süssüz yaşam öyküsüyle başlayalım.
Yaşamını anlatıyor!
“Zamanlamamla ilgili bazı notlar: 1918’de New York’un dışında, denize yakın Far Rockaway isimli küçük bir kasabada doğdum. 1935’e on yedi yaşıma kadar orada yaşadım. Dört sene MIT’e sonra 1939’da Princeton’a gittim. Princetonda iken Manhattan Projesi (Atom Bombası Projesi) üzerinde çalışmaya başladım ve sonunda Nisan 1943’te Los Alamos’a gittim. 1946’nın Ekim veya Kasım ayında da Cornell’e geçtim.
1941’de Arlene ile evlendim. O, 1946’da ben Los Alamos’ta iken tüberkülozdan öldü.
1951’e kadar Cornell’de idim. 1949 yazında Brezilya’yı ziyarete gittim ve 1954’te orada yine yarım sene geçirdim. Sonra da şimdiye kadar bulunduğum Caltech’e geldim.
1951 sonunda birkaç haftalığına ve bir veya iki sene sonra ikinci eşim Mary Lou ile evlendikten hemen sonra Japonya’ya gittim.
Şimdi Gwenet ile evliyim. Kendisi İngilizdir ve Carl ve Michelle adında iki çocuğumuz var.”
Ömrünün son on yılında kanser, yavaş yavaş vücudunu kemirmeye başladı; ama yaşam aşkından ve espiri gücünden hiçbir şey kaybetmedi. Ne yazık ki 1988’de öldü.
Feynman, Los Alamos’ta: Oda Seçimi
Feynman, Los Alamos’taki Manhattan Projesi’ne yani atom bombasının yapım projesine katılıyor. Daha 24’ünde. Fotografta ortada Feynman, sağda -elinde sigara olan– Robert Oppenheimer. Los Alamos projesi, esas olarak Japonların Aralık 1941’de Pearl Harbor’da Amerikan donanmasına saldırması üzerine hızlandı. Bir bakıma 1942 yılında asıl örgütlenmelere gidildi. Feynman da bu sürece katılıyor ve katılmasını “Almanlardan önce yapılması gerekir” düşüncesine dayandırıyor. Orada oda seçimiyle ilgili anekdotu şöyle:
“Oraya gittiğimizde yatakhanelerin hazır olmadığından bahsetmiştim, ancak biz kuramsal fizikçiler orada kalmak zorundaydık. Bu yüzden bizi önce eski bir okula yerleştirdiler. Teknisyen Lojmanı diye bir yerde yaşıyordum. Hepimiz ranzalarla dolu bir odaya tıkılmıştık. İyi bir şekilde yerleşememiştik. Çükü Bob Christy ve karısı, banyoya gitmek için bizim yatak odamızdan geçmek zorunda kalıyorlardı. Çok rahatsız edici bir durumdu.
Sonunda yatakhane inşaatı bittiğinde, odaların dağıtımının yapıldığı yere gittim. Bana istediğim odayı seçebileceğimi söylediler. Ne yaptım biliyor musunuz? Kızlar yatakhanesinin neresi olduğuna bakıp, orayı gören taraftan bir oda seçtim. Ama sonradan odamın penceresinin önünde büyük bir ağacın bulunduğunu gördüm!”
“Tahrik” le Delinen Sansür
Feynman, atom bombası projesi sırasında sansür uygulamasına karşı muzipçe saldırılarda bulundu. Mektuplara uygulanan saldırıyı bakın nasıl deliyor:
Büroya gittim. “Mektubumda hoşunuza gitmeyen bir şey var diye müdahale edemezsiniz. Ona bakabilirsiniz, fakat bir şeyler çıkarıp atamazsınız” dedim.
“Saçmalamayın. Siz sansürün böyle işlediğini mi sanıyorsunuz? Biz, mürekkep silgisi değil, makas kullanırız.”
“ Tamam” deyip çıktım…
Bu iş ile görevli olan binbaşıya gittim ve şikayet ettim. Bilirsiniz, bu zaman aldı. Fakat bu işin düzeltilmesi konusunda kendimi arkadaşlarımın temsilcisi olarak görüyordum. Birisi bir şeyler yapmalıydı. Binbaşı bana, sansürcülerin bu işin eğitimini aldığını, fakat bizim bu konuda ne kadar duyarlı olduğumuzu anlamadıklarını anlattı.
Her neyse sonunda “Benim iyi niyetime inanmıyor musun?” dedi.
“Evet” dedim. “Tamamen iyi niyetlisiniz fakat güçlü değilsiniz.” Anlayacağınız üzere işindeki üçüncü veya dördüncü günüydü.
“Bu işle ilgileneceğiz!” dedi. Telefonu kaptı ve her şeyi halletti. Bundan sonra mektuplar kesilmedi.’
Feynman’ın Askerlik Öyküsü
Richard Feynman, savaş boyunca bomba üzerinde çalışıyor ve askerliği tecil ediliyor. Fakat nasıl? Askere alma kurulundaki psikiyatrist tarafından ‘kaçık‘ damgası yiyor. “Kuşkusuz bu adam kaçık değil. Sadece bizi kendisinin kaçık olduğuna inandırmak istiyor. Öyleyse getirin onu!” kendisi hakkında böyle düşünüldüğünü biliyordu. Bu durum ona hiç hoş görünmüyordu ve bundan kurtulmak için bir şeyler yapmalıydı. Birkaç gün sonra asker alma kuruluna şu mektubu yazdı:
“Sayın Baylar,
Ulusal egemenliğimiz için yeni nesil bilim adamlarının yetiştirilmesine bir fizikçi olarak katkıda bulunan biri olduğum için askere alınmamın doğru olmadığını düşünüyorum. Bununla beraber benim ruhsal açıdan uygun olmadığımı gösterir rapordan ötürü askerliğimi ertelemeye karar verebilirsiniz. Bence o rapora hiçbir şekilde önem verilmemelidir. Çünkü bu raporun büyük bir hata olduğuna inanıyorum. Bu yanlışlığa dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü bu rapordan avantaj sağlamak istemeyecek kadar çılgınım.”
Sonuç: “Ertelendi. 4F. Tıbbi Sebepler“
Yani askerliği “tıbbi “ sebeplerle ertelendi.
Savaş ortamında bulunulmasına rağmen böyle bir mektubu yazabilmenin ne kadar yüreklice ve “çılgınca” olduğu herhalde açıktır.
Feynman, 20. yüzyıl biliminin en büyük simalarından. Fiziğe çok yönlü yaratıcı katkıları olan seçkin bir öğretmen. Elektron ve fotonunun etkileşim olasılıklarını Feynman Diyagramları denen basit bir matematiksel anlatıma kavuşturdu. Bir Feynman diyagramı, minyatür bir uzay-zaman haritasıdır. Bu diyagramlar, parçacıklar arasındaki olası tepkimeleri katalog haline getirme ve hatta pek çok reaksiyonu benzerlikler yoluyla hesaplama aracıdırlar. Ortaya koyduğu teoriye göre elektronlar ve fotonlar arasında üç etkime türü vardır. Feynman bunları, Kuantum Elektrodinamiği’nde şöyle belirtir: (1) Bir foton bir noktadan bir başka noktaya gider, (2) Bir elektron bir noktadan bir başka noktaya gider. (3) Bir elektron bir foton yayar ya da bir foton soğurur. Her etkimenin bir genliği vardır ve bu genlikler esas alınarak olaya ilişkin olasılıklar hesaplanır.
Antimaddenin, zamanda geri giden madde olduğunu gösterdi. A’dan B’ye giden bir parçacığın tek bir yolu değil, olası tüm yolları izlediğini, her yolun genliği ölçüsünde sürece katkı yaptığını açıkladı. Buna göre bir parçacığın tek bir geçmişe değil, birçok geçmişe sahip olabileceği teorisini ileri sürdü.
Elektron ve foton teorilerini birleştiren Kuantum Elektrodinamiği’nin (QED) dört yaratıcısından biri (diğerleri Sin-Itiro Tomonaga, Julian Schwinger, Freeman Dyson). 1965 Nobel Fizik Ödülü’nü Sin Itiro Tomonaga ve Julian Schwinger ile paylaştı. Tüm ödülleri arasında en övündüğü 1972’de aldığı Oersted Eğitim Madalyası’dır. O ayrıca sıvı helyumdaki süper akışkanlık olgusunu açıklayan matematiksel bir teori de geliştirdi. Bundan sonra Murray Gell-Mann ile birlikte, beta bozunumu gibi zayıf etkileşimler alanında temel nitelikte çalışmalar yaptı. Sonraki yıllarda, yüksek enerjili proton çarpışması süreçleri için kendi parton modelini ileri sürerek kuark teorisinin gelişmesinde anahtar rol oynadı. Başlangıçta kuarkların kesirli yükü ve nokta boyutlu olması onda kuşku yarattı; ama 1970’te elde edilen araştırmaların sonunda kuark kuramını benimsedi.
Wheeler’ın Kol Saati
Feynman, John Archibald Wheeler’ın (1911-2008) yanında asistan olarak çalışmaya başladı. Wheeler, Feynman’dan altı yaş büyüktü ve karakter olarak tutuculukla cüretkarlığın ilginç bir bileşimiydi. “Bir işadamı gibi giyinirdi” diye yazar James Gleick. “Kravatı sıkıcı düğümlüydü ve beyaz gömlek manşetleri kolalıydı. Bir öğrenciyle görüşmeye başlarken müşkülpesent bir tavırla cep saatini çıkarırdı (böylece gerekli mesaj, yani profesörün ayıracak pek zamanı olmuduğu iletilmiş olurdu).”
Princeton fizik bölümünün bir başka mensubu Robert Wilson’ın bu meslektaşına ilişkin izlenimi şöyle: “Bütün o kibar görünümünde bir kaplan başıboşluğu vardı. Her türlü çılgın problemi yoklama cesaretine sahip … pervasız bir korsandı.” Wheeler nükleer fizyonla ilgili önemli araştırmalarda Bohr’la birlikte çalıştı. Aralarında Feynman’ın yanısıra Hugh Everett, Jacob Bekenstein, Kip Thorne, Yavuz Nutku gibi pek çok başarılı öğrenci yetiştirdi.
Feynman, Wheeler’la yaptığı ilk görüşmesinde onun cep saati jestini kafasanı takmıştı. Sonraki buluşmada bir dolarlık kol saatini çıkarıp hocasınınkinin yanına koyarak tepkisini gösterdi. İkisi de kahkaha boğuldu ve sonra fizik işine döndüler.
Onun çabaları, bilimi halka benimsetme ve bilimin felsefesini oluşturma yolunda eşsiz bir örnektir. Californiya Teknoloji Enstitüsü’nde (ünlü Caltech) ders verdiği sınıfın kara tahtasında yazılan” Yaratamadığım şeyi anlayamam” ifadesi, doğayı ve doğa yasalarını anlama konusunda hiçbir kural ya da otorite tanımaksızın hareket ettiğini gösterir. Gerçekten o Faraday, Maxwell ve Einstein bile söz konusu olsa otoriteye meydan okumaya teşne biri olarak bir adım attı ve kuantum mekaniğini Schrödinger denklemi gibi bir diferansiyel denkleme dayanmayacak biçimde yeniden formüle etmenin bir yolunu buldu: Diferansiyel denklemler, ustası Weeler’ın programı için doğru matematiksel dil değildi. Bunun yerine Feynman bir olayın söz gelimi bir elektronun uzay ve zaman içinde bir noktadan ötekine geçişinin meydana gelme olasılığını hesaplama yoluna gitti. Bunun için iki olayı birbirine bağlayan akla uygun her yola ait katkıları topladı. Bu toplamada her yolun aynı ağırlığı ya da genliği ama farklı bir “faz”ı vardı. Feynman diyagramları, yakın dönem bilim tarihinde belki de diğer herhangi bir formalist gelişmeden daha fazla olarak temel fiziksel süreçlerin kavramlaştırılma ve hesaplanma şeklini değiştirmiştir. Wheeler, öğrencisinin başarısından öylesine etkilendi ki hemen Einstein’a bir mektup yazarak onu haberdar etti:
“Feynman dinamik bir sistemin bir andaki belirlenmiş bir konfigürasyondan daha sonra gelen bir andaki başka bir belirlenmiş konfigürasyona gitmesi için gerekli olasılık genliğini anlamaya yarayan güzel bir tablo yakalamış durumda. Aradaki hareket ne kadar çılgınca olursa olsun, başlangıçtaki durumdan son duruma ulaşmayı sağlayan akla gelebilecek her gelişim çizgisini mutlak eşitlik temelinde ele alıyor. Bu gelişim çizgilerinin katkıları arasında genlik bakımından hiç fark yok, yalnızca faz açısından bir fark var. Faz da, klasik etkime integralinden başka bir şey değil. Bu formül tastamam standart kuantum teorisini doğuruyor. Kuantum teorisinin neyi anlattığını kavramanın daha basit bir yolu ne olabilir ki artık!”
Wheeler’a göre bir kimsenin kuantum teorisine inanması için, hatta belki de teorinin en ünlü muarızı Einstein’ın inananlara katılması için yeterliydi bu. Fakat Einstein beklenen tepkiyi vermedi. “Tanrı’nın zar attığına hâlâ inanmıyorum” diye cevap verdi, sonra da şunu ekledi: “Ama belki öyledir. Hatalar yapma hakkını elde etmiş bulunuyorum.”
Feynman ve Ulusal Bilim Akademisi Üyeliği
Feynman, Kasım 1959’da Ulusal Bilim Akademisi’nden bir mektup aldı. Bu mektupta son iki mali yıldan beri üye aidatını ödemediği ve 30 dolar göndermesi gerektiği bildiriliyordu. Bunun üzerine 40 dolar gönderdi; ama üyelikten istifa ederek. “Ne yazık ki akademinin yaptığı çalışmalara etkin bir şekilde katılmam için ne vaktim ne de yeterince ilgim var” diyordu istifa mektubunda. Bunun üzerine Akademi Başkanı Detlev W. Bronk, kendi adına özür dileyen bir mektup yazarak Feynman’ın akademide kalması için rica etti.
Feynman, 10 Ağustos 1961’de verdiği yanıtta bakın akademiyi nasıl da açık bir şekilde eleştiriyor:
“ Aslında aidatla ilgili kısa bir mektup yazmam bana da çok nazik gelmemişti. Daha resmi ve kapsamlı bir açıklama göndermem gerekirdi. Sizin de doğru tahmin ettiğiniz gibi istifamın aidatla bir ilgisi yok. İstifa arzum kesinlikle kişisel sebeplere dayanıyor. Amacım herhangi bir şeyi protesto etmek, Akademi’yi veya yürüttüğü çalışmaları eleştirmek de değil. Belki de farklı ve tuhaf biri olmaktan hoşlanıyorum. Tuhaflığımın nedeni ise şu: Başka insanların erdemlerini ölçmeye çalışmayı, psikolojik olarak oldukça çirkin buluyorum. Bu nedenle de üye olarak alacakları kişileri, böylesi fazilet değerlerine göre seçen kişilerin oluşturduğu bir gruba katılmak beni rahatsız ediyor. Bu nedenle kimin akademiye üye olma kapasitesine sahip olduğunun belirlendiği seçimlere, kişilerin kendi kendilerini yüceltmeye çalıştıkları toplantılar olarak bakıyorum. Nasıl oluyor da aramıza katılmak isteyenlerin en iyiler olması şartını ortaya koyuyoruz, ancak kendi kapasitemizin bu ayarda olup olmadığını tartmadan, kendimizin bu “en iyiler” arasına yüceltiyoruz. Elbette kendimin iyi olduğunu düşünüyorum, ancak bu kişisel bir konudur ve bunu çıkıp kamuoyunun önünde ısrarla belirtmem- ta ki, şu veya bu kişinin “seçkin grubu”ma giremeyeceğini söyleyecek küstahlığı sahip olana kadar.
Belki çok iyi açıklayamıyorum, ama kendi kendini sürekli öven insanlar tarafından oluşturulan bir topluluğun üyesi olmak istemiyorum.”
Son cümledeki vurguya dikkat çekerim. “Kendi kendini sürekli öven insanlar” bizim ülkemizde de epeyce çok sanırım!
Hadi Ordan Yalancı!
Feynman, Los Alamos’tan ayrılan ilk grup şefiydi. Yaşından daha da geç görünümlü tatlı dilli, espirili bir adamdı. Bunu aşağıdaki diyalog pek güzel anlatıyor:
Kız: Öğrenci mi yoksa lisansüstü öğrencisi misin sen?
Feynman: Hayır, profesörüm ben.
Kız: Ya? Ne profesörü peki?
Feynman: Teorik fizik.
Kız: Sanırım atom bombası üzerinde de çalışmışsındır. (Kız, dalga geçmek için böyle söylüyor).
Feynman: Evet, savaş sırasında Los Alamos’taydım.
Kız: Haydi oradan, seni gidi yalancı!
Dünyanın En Akıllısı Oğlum ise Tanrı Dünyayı Korusun!
Feynman, çok kere kendisini “aptal” ilan etmekten çekinmeyen çok zeki bir insandı. Omni dergisi onu bir keresinde “Dünyanın en zeki adamı” diye ilan etmişti. Bunu duyan Feynman’ın annesi- oğluyla hep gurur duymuş olan ve iyi bir mizah yeteneğine sahip olduğu anlaşılan annesi- bunu duyduğunda, ellerini hayretle açarak “Dünyanın en zeki adamı Richard ise Tanrı dünyayı korusun.” demişti.
Kızı Michelle Feynman şöyle yazar: “ Onun yıllardır üstün zekası nedeniyle saygı duyulan bir kişi olduğundan tamamıyla habersizdim. Aslında, kendinin belli bir oranda küçük görülmesini de teşvik etmiyor değildi. Bize, hep beceriksizliklerini öne çıkaran hikayeler anlatırdı. Akşam yemek sohbetlerimiz, onun gün içinde yaptığı hataları anlatmasıyla dolu olurdu: Süeterini kaybetmesi, son derece önemli bir şeyi unutması, konuştuğu kişilerin isimlerini hatırlamaması gibi. Bu tür şeyleri evden uzaktayken de yaptığından bahsederdi. Bir keresinde, bir konferansa katılmak için gittiği oteli beğenmediğini ve bavulunu aldığı gibi gidip açık havada ağaçların altında yattığını anlatmıştı. Bunların sonunda annemin ağzından hep, asla değişmeyen “Ah, Richard” nidası dökülürdü. Sonunda daima kendine güler, biz de kahkahalarımızla ona katılırdık. Bana kalırsa bu, onun başarılı bir öğretmen olmasının anahtarıydı. Bir şey anlatırken asla sözde bir alçakgönüllülük göstermezdi.”
Wheeler Neyi Gördü?
Daha önce de belirttiğimiz gibi John Wheeler (1911-2008), Feynman’ın hocasıydı. Hocasıyla ilgili anılarından biri de şöyle:
“Problemin çözümü içinse, bir elektronu sarstığımda onun da en yakınındaki elektronu sarsacağını ve bu elektrondan geri gelecek etkinin, radyasyon tepkimesi kuvvetinin kaynağı olacağını düşündüm. Çalışmamı, bu çözüme yönelik bazı hesaplamalarla destekleyerek Wheeler’e götürdüm.
Wheeler hemen çözümün doğru olmadığını, çünkü bu etkinin diğer elektronlara olan uzaklığın karesiyle ters orantılı olacağını, oysa kuvvetin bu değişkenlerin hiçbirisine bağlı olmaması gerektiğini söyledi. Ayrıca diğer elektronların kütlesi ile ters yükleri ile doğru orantılı olmalı idi.
Bütün açıklamalar dışında asıl canımı sıkan, Wheeler’in benim aksime hiçbir hesaplamaya gerek duymadan bütün dediklerini bir anda görebilmesiydi. Sonra anladım ki Wheeler gibi bir adam siz problemi verir vermez her şeyi görebilirdi. Ben hesaplamalıydım, ama o görebilirdi.”
“Devler”in Önündeki İlk Seminer
Feynman, John Wheeler’in asistanı olarak bir seminer verecek. O zaman henüz 24 yaşında olan Feynman anlatıyor:
“ Lisans öğrencisiyken, bir araştırma asistanı olarak Profesör John Archibald Wheeler ile çalıştım. Birlikte ışığın nasıl gerçekleştiği, değişik yerlerdeki atomlar arasındaki etkileşimin nasıl gerçekleştiği üzerine yeni bir kuram tasarlamıştık ve o zamanlar görünürde ilginç bir kuramdı. Böylece, seminerlerden sorumlu olan Profesör Eugene P. Wigner (1902-1995, Nobel Fizik 1963) kuram üzerine bir seminer vermemizi önerdi ve Profesör Wheeler genç olduğuma ve daha önce hiç seminer vermemiş olduğuma göre, nasıl yapıldığını görmek için bunun iyi bir fırsat olacağını söyledi. Dolaysıyla o güne dek yaptığım ilk bilimsel konuşma oldu. Hazırlanmaya başladım.”
Derken Wigner, Feynman’ın yanına geliyor ve davetlileri açıklıyor. Kimler davet edilmemiş ki? Henry Norris Russel, zamanın en büyük gökbilimcisi. Johnny von Neumann, görebileceğiniz en büyük matematikçi. Profesör Pauli, İsviçre’den geliyor. Daha 19 yaşında Einstein’ın görelilik kuramı hakkında makale yazmış bir adam! Acımasız bir bilimsel eleştirmen. Eugene Wigner, devam etti: “Profesör Einstein seminerlerimize çok nadiren gelir, ancak üzerinde çalıştığınız konu çok ilginç olduğundan onu özel olarak davet ettim. Yani Einstein de seminere gelecek” dedi. Bu isimleri duyan Feynman şöyle diyor:
“Bunları söylediğinde yüzümün rengi sarıya dönmeye başlamıştı.”
Yüzüm kağıt gibi olmuş olmalı ki bana “Pekala, bunun için kaygılanmana gerek yok, endişelenme. Her şeyden önce eğer Profesör Russell uykuya dalarsa üzülme, çünkü bütün konferanslarda zaten uyur. Sen konuşurken Profesör Pauli başını salladığında sevinme, çünkü bunu her zaman yapar, çünkü bu Pauli’nin tikidir” dedi. Bunlar beni biraz yatıştırdı; ama gene de endişeliydim. Bu yüzden Profesör Wheeler tüm soruları yanıtlayacağını ve bütün yapacağımın konuşmamı sunmak olacağı konusunda söz verdi. Yeniden Wheeler’ın odasına gittim, vermemi istediği seminere gelecek olan büyük otoritelerin tek tek isimlerini sıraladım ve bu yüzden tedirgin olduğumu söyledim.
“Endişelenme” dedi Wheeler, “Bütün soruları ‘ben’ cevaplarım”.
Böylece konuşmamı hazırlamaya başladım. Beklenen gün geldiğinde her genç ve seminer deneyimi olmayan adamın yaptığı hatayı yaptım: Bütün tahtayı denklemlerle doldurdum. Görmüşsünüzdür, genç arkadaş, “Kuşkusuz bu ters orantılıdır ve şu da şöyle değişir” demeyi bilmez. Çünkü dinleyen herkes zaten bunu bilir. Ama o bilmez. Bunu ancak bütün işlemleri yaparak göstermek ister. O kadar çok eşitliği de bu yüzden tahtaya yazar.
Einstein Salona Giriyor!
“Salona girdiğini anımsıyorum- o ilk anı gözünüzde canlandırabilirsiniz, alevlerin üstünde yürümek gibiydi. Ben denklemleri tahtaya yazmayı sürdürürken Einstein kapıda belirdi ve mutlu bir tavırla seminere geldiğini; ancak ilkönce çayın nerede olduğunu öğrenmesi gerektiğini söyledi. Çayın yerini gösterdikten sonra devam ettim. Tüm denklemleri tahtaya yazmıştım, tahtalar denklemlerle dolmuştu. İnsanlar o kadar çok denklem olsun istemezler… Düşünceleri daha iyi anlamayı isterler. Sonra konuşmak için ittiğimi anımsıyorum, dinleyiciler içinde o büyük adamlar vardı ve bu ürkütücüydü. Sonunda denklemleri ve çözümlerini yazma işi bitmişti, yani sıra konuşmayı yapmaya gelmişti. Hepsi birer dev beyin olan kişiler karşımda idiler. İsteseler sıkıp suyumu çıkarabilecek dinleyicilerimin karşısında ben ilk teknik konuşmamı yapacaktım. Notlarımı kahverengi bir zarfın içinden çıkarırken ellerimin görülebilir şekilde titrediğini hatırlıyorum.
Tam o anda hayatımda birçok defa tekrarlanacak olan bir mucize gerçekleşti ve ben sadece anlattığım şeyler üzerinde yoğunlaştım. Böylece dinleyicilerimi unutarak heyecanımı yendim. Konuşmaya başladığımda odada kimlerin olduğunu tamamen unutmuş gibiydim. Yalnızca çalışmalarımı hatırlıyordum, hepsi bu kadardı. Eğer fizik konuşuyorsam, ki fiziği seviyorum, yalnızca fizik düşünürüm, bulunduğum yerle ilgilenmem, hiçbir şeyle ilgilenmem. Her şey çok iyi gitti. Bütün konuyu elimden gelenin en iyisini yaparak yalın biçimde açakladım. Orada bulunan kişileri düşünmedim. Yalnızca açıklamakta olduğum problemi düşündüm. Ardından konuşma bitip sıra sorulara geldiğinde hiçbir endişe yaşamadım, çünkü onları Profesör Wheeler yanıtlayacaktı.
Feynman, devlerin karşısındaki seminerini başarıyla verdi.
Anılarını şöyle anlattı: “Konuşmamı bu rahatlık içinde bitirdim ve sıra sorulara geldi.
Önce Profesör Einstein’ın yanında oturan Profesör Pauli ayağa kalktı ve bu kuramın açıkladığı bir takım nedenlerden dolayı doğru olamayacağını söyledi. Einstein’a dönerek “Siz de buna katılıyor musunuz Profesör Einstein?” diye sordu.
Einstein “Ha-yı-ı-ır” dedi.
“Bu şimdiye dek duyduğum en hoş hayır sözcüğüydü” diye yazdı Feynman.
“Sadece, bu kurama uygun bir kütle çekimi etkileşmeleri kuramı yapmak oldukça zor olacak sanıyorum” dedi. Bahsettiği şey genel çekim kuramıydı. Yani Einstein’ın küçük bebeği. Devam etti: “Şu anda deneysel kanıtlarımız tam olmadığından, kütle çekimi kuramının tamamen doğru olduğundan emin olamayız”
Einstein kendi kuramının ifade ettiği şeylerden farklı olan şeyleri de takdirle karşılıyordu. Değişik fikirlere son derece hoş görülü idi.
Pauli’nin dediklerini hatırlıyor olmayı dilerdim. Çünkü gerçekten de yıllar sonra kuramımızın kuantum kuramı oluşturmaktaki yetersizliğini fark ettim. Büyük olasılıkla o büyük insan, kuramın yetersizliğini o anda görmüştü ve sorusunda bu yetersizlikten bahsediyordu. Ancak soruları cevaplamak zorunda olmayışım, soruları dikkatlice dinlememi engellemişti. Ama Palmer Kütüphanesi’nin basamaklarını Pauli ile çıkarken aramızda geçen konuşmayı çok iyi hatırlıyorum.
Wolfgang Pauli, “Wheeler Kuantum kuramı hakkında konuştuğunda tam olarak ne söyleyecek?” diye sormuştu. Ben de bir şey bilmediğimi ve bu çalışmayı Wheeler’ın yürüttüğünü söyledim. Pauli’nin Wheeler’ın çalışmalarından asistanını, yani beni haberdar etmemesinin ilginç olduğunu belirtti ve yanıma yaklaşarak fısıltıyla şöyle dedi: “Wheeler, o konuşmayı hiçbir zaman yapamayacak!”
Haklıydı! Wheeler semineri vermedi. Kuantum kısmının kolay olacağını düşünmüştü; ama seminer zamanı yaklaştığında çözüme ulaşamadığını fark etti ve söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Ben de hiçbir zaman çözüme ulaşamadım (yarı-ilerlemiş ve yarı-gecikmiş potansiyeller üzerine kurulu kuantum kuramı). Oysa bu konu üzerinde yıllarca çalıştım.
Teller’in Gizli Çekmecesi
Feynman için açılamayacak kilit yoktu. Los Alamos’ta atom bombası yapılırken Edward Teller’i (1908-2003) de şaşkına uğrattı. Teller, hidrojen bombasının babası olarak da anılır. En son Yıldız Savaşları projesinde Başkan Regan’ın danışmanlığını yaptı. Aşağıdaki anısı Manhattan Projesinde çalıştığı yıllardaki bir olay. Bir toplantıda Teller kalktı “Ben, en önemli sırlarımı evrak dolaplarında saklamıyorum. Masamın çekmecesinde saklıyorum. Bu daha iyi değil mi?” dedi.
“Bilemem. Masanızın çekmecesini görmedim” dedim
Kalabalık dağılırken Teller’e yetişti Feynman. Sonrasını şöyle anlatıyor:
“Aklıma gelmişken, çekmenizi bir göreyim” dedim.
“Tabii ki” dedi ve bana masasını gösterdi. Baktım ve “tamam iyi görünüyor, bakalım içinde neler saklıyorsunuz” dedim.
“Bunu sana göstermekten memnuniyet duyarım” dedi. Anahtarı soktu çekmeceyi açtı.
“Tabi sen daha evvel kendin görmedi isen”
Bay Teller gibi son derece zeki bir adamla oyun oynamanın en kötü tarafı, ters bir şeyi fark etmesi ve olayı anlaması arasındaki zamanın çok kısa sürmesi idi. Hiç zevk alamıyordunuz!”
“Her Zaman Böyle Sersemdim”
Niels Bohr’la (1885-1962) da tanıştım. Yıl 1943. O sıralarda adı Nicolas Baker’di ve Los Alamos’a, Jim Baker’la yani oğluyla gelmişti. Oğlunun da gerçek adı Aage Bohr (1922-..) idi. Danimarka’dan geliyorlardı ve bildiğiniz gibi son derece ünlü fizikçilerdi. Bohr, başımızdaki ağır toplar için bile bir ilahtı.
İlk geldiğinde toplantıdaydık ve herkes büyük Bohr’u görmek istiyordu. Oda çok kalabalıktı ve bomba ile ilgili problemler tartışılıyordu. Ben, arkada köşede bir yerlerdeydim. Geldi, gitti ve ben onu sadece bir sürü kafa arasından görebildim. Bir kez daha geleceği günün sabahında bir telefon aldım. Oğul Baker, babasının kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi; zaman konusunda anlaşıldı. Teknik bölgedeki ofislerden birine girildi. “Bombayı nasıl daha verimli hale getirebiliriz diye düşünüyorduk da şöyle bir fikir düşündük” diye anlatmaya başladılar.
Ben, “ Hayır bu yürümez..”
O “Peki ya şöyle şöyle?”
Ben “ Bu kulağa daha iyi geliyor fakat bunun da şöyle kötü bir yönü var” dedim.
Bu şekilde yaklaşık iki saat devam ettik. Büyük Bohr, bu sırada piposunu yakmaya çalışıyordu. Pipo sürekli sönüyordu. Oğlunu daha iyi anlayabilmeme karşın onun konuşması tamamıyla anlaşılmazdı.
Sonunda “Tamam” dedi. Piposunu yaktı. “Sanırım ağır topları içeri çağırabiliriz”. Diğerlerini de içeriye çağırıp onlarla tartışmaya başladılar.
Oğul Bohr, bana daha sonra olanları anlattı. Son olarak geldiğinde Bohr oğluna “ Şu arka köşedeki adamın kim olduğunu öğren, benden korkmayan ve delice fikir ileri sürdüğümde bunu bana söyleyebilecek tek kişi o. Bir dahaki tartışmayı, bu her şeye evet diyenlerle yapmayacağız. Onun adını öğren, önce onunla görüşeceğiz.”
Her zaman böyle sersemdim işte. Hiçbir zaman kiminle konuştuğumu düşünmezdim. Benim için aslolan fizikti. Kötü bir fikir duyduğumda onun kötü olduğunu söylerdim. İyiyse de iyi derdim.
Bu benim yaşam tarzımdı. Bunu yapabilenler için, güzel ve rahattır. Şanslıydım çünkü hayatım boyunca ben böyle yapabiliyordum.”
Kadınlara Dokundurma!
Leon Lederman (Fizik Nobel 1985), Tanrı Parçacığı’nda (1993) Feynman’la ilgili hoş bir öykü anlatıyor: Bir polis, lüks bir araba kullanan kadını durdurur ve hırlar: “Saatte 120 ile gittiğinizi biliyor musunuz?”
“Saçmalama” der kadın “ Evden çıkalı on beş dakika oldu.”
Diferansiyel hesaba mizahi bir giriş yaptığını düşünen Feynman, cinsiyet ayırımcılığıyla suçlanınca şok geçirmiş! Bakmayın kadınlarla böyle dalga geçiyor; ama onlarla çok fazla ilgileniyor!
Feyman, Sözlük (Kız) Arıyor!
Feynman, 1949’da altı hafta Rio de Janeiro’da kalmıştı ve orayı çok sevmişti. California Teknoloji Enstitüsü (Caltech) bir yıllık akademik araştırma izniyle Brezilya’da geçireceği 1951-52’de başlamak üzere Feynman’a profesörlük önerdi. Brezilya’da Rio’ya vardığında kendisini Fizik Araştırma Merkezi’nin Müdürü Cesar Lattes karşılıyor. Gerisini kendisinden dinleyelim:
“Ulusal Televizyon buluşmamızı görüntüleyecekti. Kayıt sessiz olacaktı; bu yüzden kameraman bizden konuşur gibi yapmamızı istedi. “Konuşur gibi davranın. Bir şeyler söyleyin” dedi.
Lattes, Feynman’a dönüp “Beraber uyuyabileceğiniz bir sözlük bulabildin mi?” diye sordu.
“O gece Brezilyalı televizyon izleyicisi Fizik Araştırma Merkezi müdürünü Amerika’dan gelen misafir profesörü karşılarken izlediler. Aralarında geçen konuşmanın konusunu geceyi beraber geçirecek bir kızın nereden bulunacağıyla ilgili olduğunu kimse öğrenemedi.”
Üstsüzlerin Peşindeki Nobel Ödüllü “Fizikçi”
Feynman, Amerika’da çalışırken evinden iki kilometre uzakta olan bir retorana takılıyor. “Restoranlarda üstsüz kızlar çalışıyordu. Oraya gidip öğlen ya da akşam yemeği yiyebilirdiniz. Kızlar önce üstsüz, sonra üstlerinde hiçbir şey olmadan dans ederlerdi. Bu yerlerden biri benim evime sadece iki kilometre uzaktaydı. İngiliz olan karım, oraya gitmemi hoş karşılardı. “İngiliz erkeklerin de gittiği kulüpler vardır” derdi. Yani burasını bir çeşit kulüp gibi görürdü.”
Bu arada kafanız yalnızca üstsüz kızlara takılmış olabilir; ben Feynman’ın İngiliz eşinin hoşgörüsüne de dikkatinizi çekmek isterim! Bu arada Feynman, hem resim yapıyor, hem de fizik çalışıyor. Duvardaki resimleri beğenmiyor, bunun üzerine “Güzel modelim Kathy’nin çok güzel bir resmini yapmıştım. Bu resmi duvara asması için restoran sahibine verdim. Ona resmi vermemin yararlı sonuçları oldu. Restoranın sahibi bana çok arkadaşça davranmaya başladı ve sürekli içki ısmarladı. Artık ne zaman içeri girsem bir garson gelip bana bedava 7-Up getiriyordu. Dans eden kızları izler, biraz fizik çalışır, dersimi hazırlar veya biraz çizim yapardım. Eğer yorulursam, bir süre eğlenceyi izler sonra tekrar çalışırdım. Oranın sahibi rahatsız edilmek istemediğimi bilirdi ve yanıma sarhoş biri gelip konuşmaya çalıştığı zaman hemen garson gelir, onu dışarı çıkarırdı. Yanıma gelen kızsa bir şey yapmazdı, iyi bir ilişkimiz vardı. Kulüp sahibinin adı Gianonni idi.”
Dansçı Kızlara Baskın!
Şimdiye kadar vur patlasın, çal oynasın gidiyordu. Feynman’ın gittiği restoranı polis basıyor. Bizimki sıvışmak şöyle dursun, gidip bir de şahitlik yapıyor. Dinleyelim: “Bir gün Gianonni’nin yerine polis baskın yaptı ve dansçıların bir kısmı tutuklandı. Birileri Gianonnni’nin üstsüz dansçıların sahneye çıkmasını durdurmasını istedi; ama o durdurmak istemedi. Bu konuda önemli bir duruşma yapıldı; yerel gazetelerin hepsi yayınladı.”
Gianonni bütün müşterilerine gidip kendi lehine tanıklık etmelerini istedi. Herkesin mazareti vardı: “Ben bir gündüz kampı yönetiyorum. Eğer veliler benim bu yere gittiğimi öğrenirse bir daha çocuklarını benim kampıma göndermezler.” Veya “Ben şu işteyim ve eğer buraya geldiğim öğrenilirse bütün müşterilerimi kaybederim.”
Şimdi sıra Feynman’da. İzleyelim:
Düşündüm: “Ben bunlar arasında tek rahat ve serbest kişiyim. Mazaretim yok! Bu yeri seviyorum ve kapanmasını istemiyorum. Üstsüz dans etmenin bir sakıncasını göremiyorum.” Böylece, Gianonni’ye “Tanıklık etmekten memnun olurum” dedim.
Mahkemedeki ana soru, üstsüz dansetmenin toplumca kabul edilebilir olup olmadığıydı. Toplum kuralları buna izin verir mi? Savunmak avukatı mahkemeye beni toplum kuralları hakkında uzman olarak tanıtmaya çalıştı. Bana başka barlara gidip gitmediğimi sordu.
“Evet”
“Peki Gianonni’nin yerine haftada yaklaşık kaç kez gidiyordunuz?”
“Haftada beş-altı kez.” (Bu yerel gazetelere de yansıdı: Caltechli fizik profesörü haftada altı kez üstsüz dansçıları görmeye gidiyor!)
“Genelde, toplumun hangi kesimi gelirdi Gianonni’ye?”
“Hemen hemen her kesimden gelen olurdu: emlak işinden olanlar, şehir idare kurulundan biri, benzin istasyonları çalışanları, mühendislik firmalarındaki insanlar, bir fizik profesörü…”
“Bu kadar insanın üstsüzleri izlemesine ve bundan hoşlanmasına bakarak olayın toplumca kabullenilebilir bir şey olduğunu söyleyebilir misiniz?”
“Buna cevap verebilmek için “kabullenilebilir” in kıstasını bilmem gerekir. Hiçbir şey, herkes tarafından kabul edilemez. Bu sebepten bir şeyin “toplumca kabul edilebilir” olması için toplumun yüzde kaçı bunu kabul etmelidir?”
Avukat bir sayı önerdi. Diğer avukat itiraz etti. Yargıç bir ara verip herkesi 15 dakika odasında topladı ve sonunda “toplumca kabul edilebilir”in, toplumun %50’si tarafından kabul edilebilir olduğuna karar verdiler.
Onlardan kesin sayı vermelerini istememe rağmen, elimde delil olarak kesin konuşmamı sağlayacak sayılar yoktu. Ben de “İnanıyorum ki üstsüz dans toplumu % 50’sinden daha fazla bir kesimden kabul görüyor ve bu sebepten toplum tarafından kabul ediliyor” dedim.
Gianonni davayı geçici olarak kaybetti. Ya o ya da onun benzeri bir dava daha yüksek mahkemeye taşındı. Bu sürede Gianonni’nin yeri açık kaldı ve ben daha çok bedava 7-Up içtim.”
Güzel Sarışının Portresi ve Marie Sklodowska Curie
Feynman, modellerin resimlerin yapmakta da yetenekli. İşte bir öyküsü: “Resimlerden biri sanat sınıfımdaki güzel sarışının portresiydi. Bunu aslında bir gölge çalışması olarak tasarlamıştım. Bacaklarının hizasından yan tarfta bir ışık koyup yukarıya yönelttim. Kız oturduğunda gölgeleri olduğu gibi çizmeye çalıştım. Kızın burnunun gölgesi, doğal olmayan bir şekide yüzüne düşüyordu. Gölgeler o kadar kötü görünmüyordu. Bedenini de iyi çizmiştim, öyle ki göğüsleri ve göğüslerininin gölgeleri de belli oluyordu. Bu resmi sergide diğerlerinin arasına koyup adını da “Madam Curie Radyumdan Yayılan Işımayı Gözlemlerken” koydum. Vermek istediğim mesaj şuydu: hiç kimse Madam Curie’yi bir kadın, dişi, güzel saçlı, çıplak göğüslü falan düşünmemiştir. Düşünülen tek şey radyum ile ilgili olan kısımdır. Seçkin bir endüstri tasarımcısı olan Henry Dreyfuss sergi sonrası birçok kişiyi evindeki resepsiyona davet etti. Sergiyi para vererek destekleyen kadın, Caltech’in Rektörü ve karısı ve bunun gibileri.”
Bu sanatseverlerden biri, Feynman’ın yanına gelip bir konuşma başlattı: “Söyleyin bay Feynman, fotoğraflarla mı, modellerle mi çalışıyorsunuz?”
“Her zaman doğrudan doğruya poz veren modellerle çalışırım.”
“Peki Madam Curie’yi size poz vermesi için nasıl buldunuz?”
(Madam Curie, 1934’te ölmüştü!) Feynman’ın yorumu: “O sıralarda Los Angeles Bölge Sanat Müzesi benim, sanatçıların yeteri kadar bilimden anlamadığı fikrimi paylaştı. Benim fikrime göre sanatçılar, doğa gerçeğinin altında yatan genelliği, güzelliği ve onun kurallarını bilmiyor (Bu yüzden doğayı resmedemiyorlar).”
Azametli Aptallar: “Eminim Profesör Değilsiniz?”
Feynman, farklı disiplinlerde çalışan insanların toplantısına katılıyor. Feynman, konuşuyor, soru soruyor; ama bilgiç görünmeye dayanamıyor. Sonrasını şöyle anlatıyor:
“Konferansta bir sürü aptal vardı- azametli aptallar-azametli aptallar, beni duvara tırmandırır. Normal aptallar tamam; onlarla konuşabilirsiniz ve onlara yardım etmeye çalışırsınız. Ama azametli aptallar-aslında aptal olup da bunu saklamaya çalışanlar ve hokus pokusla insanları etkileyecek ne kadar şahane olduklarına inandıranlar. İşte buna dayanam! Normal bir aptal düzenbaz değildir; dürüst aptal tamam. Ama üçkâğıtçı aptal felakettir! Konferansta karşıma çıkan bunlardı. Bir sürü azametli aptaldı. Çok hayal kırıklığına uğradım. Artık o kadar üzülmeyeceğim. Yani bir daha disiplinler arası konferanslara katılmayacağım.”
“ Bir sosyolog vardı. Hepimizin okuması için bir makale-daha önceden yazılmış- yazmıştı. O lanet şeyi okumaya başladım. Gözlerim kapanıyordu: Ne başını ne sonunu bulabiliyordum! Bunun sebebini listedeki kitaplardan hiçbirini okumamış olmamdan kaynaklandığını anladım. Sonuna kadar o rahatsız edici “Ben yeterli değilim” duygusunu yaşadım. Sonra kendikendime “Duracağım ve bir cümleyi yavaş yavaş okuyacağım. Böylece ne cehennemin dibi anlamına geldiğini çıkarabileceğim” dedim.
Durdum-gelişigüzel- ve bir sonraki cümleyi çok dikkatli okudum. Tam olarak hatırlayamıyorum ama şuna çok yakındı: “ Sosyal topluluğun her üyesi çoğu zaman bilgiyi görsel, sembolik kanallardan alır.” Tekrar tekrar okudum ve tercüme ettim. Ne anlama geldiğini biliyor musun? “İnsanlar okur”.
Bir sonraki cümleye geçtim ve onu da tercüme edebileceğimi gördüm. Sonra bu gereksiz bir iş oldu: “İnsanlar bazen okur, bazen de radyo dinler” ve bunun benzerleri. Ama öyle gösterişli yazılmış ki bir kere okuyarak anlayamıyorsunuz ve sonunda çözünce işin içinde hiçbir şey olmadığını görüyorsunuz.
O toplantılarda hoş ve eğlenceli sadece bir şey oldu. Toplantılarda her adamın söylediği her kelime o kadar önemli idi ki bir steno-daktilo vardı ve her lanet şeyi daktilo ediyordu. İkinci gün steno-daktilo Feynman’a geldi ve şu soruyla işe girişiyor : “Sizin mesleğiniz nedir? Eminim profesör değilsiniz.”
Sonrasını Feynman anlatıyor:
“ Ben profesörüm” dedim.
“ Ne profesörü?”
“ Fizik-bilim”.
“ Tamam! Sebep bu olmalı” dedi.
“ Neyin sebebi?”
“ Görüyorsunuz, ben bir steno-daktiloyum ve burada söylenen her şeyi daktiloda yazarım. Şimdi, başkaları konuşurken, ne söylerse yazıyorum ama ne söylediklerini anlamıyorum. Ama ayağa kalkıp ne zaman bir soru sorsanız ya da bir şey söyleseniz ne kastettiğinizi tam olarak- sorunun ne olduğu ve ne söylediğinizi- anlıyorum. Bu yüzden sizin profesör olmadığınızı düşündüm.”
Challenger Faciasını Nasıl Aydınlattı? “Doğa kandırılamaz.”
28 Ocak 1986’da Uzay Mekiği Challenger, alışılmamış soğuk bir havada, fırlatılmasından kısa bir süre sonra patladı, altı profesyonel astronot ve bir öğretmen trajik biçimde can verdi. Facianın soruşturmasında kurulda tek bilim adamı vardı: Feynman. Ulusal havacılık ve Uzay İdaresi (NASA) başkanı William Graham, kazandan birkaç gün sonra Feynman’ı aradı ve kazayı soruşturacak komisyona katılmasını rica etti. 1978’den beri ender görülen bir mide kanseri türüyle mücadele ediyordu. 1986’da NASA’nın davetinden hemen önce yine ender bir kemik iliği kanserine yakalanmış olduğunu öğrenmişti. Dostları, Washington’a gitmesi gerektiğini belirtiyordu. Eşi Gweneth de şöyle diyordu: “Eğer sen bu işi yapmazsan, topluca bir yerden başka bir yere dolaşan on iki insan olacak. Ama komisyona katılacak olursan, on bir insan topluca bir yerden başka bir yere dolaşırken, on ikinci kişi orayı baştan aşağı kolaçan ederek olağandışı türden her şeyi gözden geçirecek. Muhtemelen bir şey çıkmayacak ama eğer bir şey varsa bunu sen bulacaksın. Bunu senin kadar iyi yapacak birisi yok.” Faynman kitabında bunu aktardıktan sonra “Kendimi çok beğenmiş biri olarak ona hemen inanıverdim”diye yazar. Böylece Gweneth’e “altı aylığına intihar edeceğim” dedi ve görevi kabul etti. Önce Pasadena’daki Jet Gücü Laboratuvarı’nda bir arkadaşı bazı ilgilileri toplayarak, onlardan mekik motorunun tasarımına ilişkin bir brifing aldı. Ardından bir gecelik uçuşla Washington’a giti ve ilk toplantıya zamanında yetişti. Komisyon başkanı Nixon yönetiminde Dış İşleri Bakanlığı yapmış olan William Rogars’tı. Komisyonda ayrıca Ay’a ilk ayak basan ilk insan Neil Armstrong, uzaya ilk çıkan ilk Amerikalı kadın Sally Ride, eski bir tes pilitou Chuck Yeager ve Savunma Bakanlığında mekik programının temsilciliğini yapan Tümgeneral Donald Kutyna vardı. Kutyna, komisyonda Feynman’ın tek müttefiği oldu. Üyelerden ikisi tanıdıktan kısa bir süre sonra belli bir görüşe bağlı olduklarını hemen belli ettiler. Armstrong soruşturmanın gereksiz olduğunu belirtti. Rogers da şunları söyledi: “ Bu soruşturmayı NASA’yı haksız töhmet altında bırakacak bir tarzda yürütecek falan değiliz, çünkü NASA’nın mükemmel bir iş yaptığı görüşündeyiz. Ben kesinlikle bu görüşteyim ve sanırım Amerikan halkı da öyle.”
Komisyon üyelerinin bazıları mekik operasyonu konusunda teknik birikime ve uzmanlığa sahipti. Komisyonun karşısına çıkan NASA yöneticileri, onların ayrıntılı sorularına çok az doyurucu yanıt verdiler ve genel olarak verdikleri yanıt “ Bu bilgiyi size daha sonra ileteceğiz” şeklindeydi.
Sonunda kaza için uygun açıklamanın katı yakıt roketlerinin kısımları arasına conta olarak konmuş büyük kauçuk O-halkaları olduğu açıkça görüldü. Sıradan O-halkaları statik bir boşluğu tıkar “oysa mekik söz konusu olduğunda” diye açıklar Feynman, “roketteki basıncın artmasıyla birlikte boşluk genişler ve contanın tutması için kauçuğun boşluğu kapatmaya yetecek kadar hızlı genleşmesi gerekir. Üstelik fırlatma sırasında boşluk bir saniyenin dilimi kadar bir sürede açılır. Bu bakımdan kauçuğun esnekliği tasarımda çok hayati bir unsur haline gelir.”
O- halkası üreten Thiokol firması mühendisleri, mekiğin fırlatılmadan önceki gece sıcaklığın -2.5 derecenin altında olması halinde mekiğin uçmaması gerektiğini bildirmişti. O sabah sıcaklık -16 derece idi. Ama NASA uyarılara kulak asmadı.
Basına açık toplantının yapılacağı sabah erkenden bir hırdavatçıya giderek bir pense ve küçük bir C-kelepçesi aldı. Televizyon kameraları üzerine çevrildiği bir anda deneylerini yaptı. O-halkasını buzlu suya koydu. C-kelepçesiyle biraz basınç uygulayınca ve ardından serbest bırakınca hemen açılıp eski haline gelmediğini, aynı boyutta kaldığını gösterdi.
Her şeyi araştırdı. Aylarca dolaştı. Florida, Alabama ve Texas’taki uzay merkezlerini ve müteahhit şirketleri dolaştı. Mekiğin patlamasına conta hatasının yol açtığını gösterdi. Hiç kimseden çekinmedi ve Amerikanın Uzay Araştırmaları Merkezi NASA’yı açıkça eleştirdikten sonra raporunu “Başarılı bir teknoloji için, gerçekler halkla ilişkilerin önüne geçmesi gerekir; çünkü doğa aldatılamaz” diye bitirdi. Eğer her şeye sahip olduğu halde, asla entrika, şan, şöhret peşinde koşmayan, kasıntı olmayan bilim adamları çoğalırsa sanıyorum bunda Feynman diye bir adamın yaşaması çok büyük rol oynayacak.
Challenger Faciası Soruşturma Raporu
Feynman, birçok insandan daha gözüpekti, alanın uzmanı insanlarla, uzay mekiği programında propagandanın dikkat ve güvenliğin önüne geçtiği gerçeğini görmüştü ve mühendislerle konuşmak amacıyla tüm ülkeyi jet uçağıyla geçmekten korkmadı. Kurul, Feynman’ın sonuç raporunun NASA’yı utandırıcı bir duruma soktuğunu düşündü, rapor neredeyse hasıraltı ediliyordu. Feynman onu kabul ettirmek için savaştıysa da rapor ancak bir ek olarak tutuldu. Mühendislerin uyarılarının takvimin işlemesini geri plana iteceği düşüncesiyle reddedildiği anlaşıldı. Kurul, soruları yanıtlamak için canlı bir basın toplantısını kabul ettiği zaman Feynman, mekiğin contalarından ya da “O” halkalarından biri ve bir bardak buzlu su ile bugün bilinen deneyini yaptı. Rapor, bir bilim adamının içtenliğini, açıklığını ve açıkçası cesaretini yansıtıyor. Gerçekleri söylemekten çekinmeyen örnek bir yurttaş, örnek bir bilim adamının damıtılmış bir örneği Feynman… (Tarihi Raporun tam metni için bakınız: Feynman, Richard; Keşfetme Hazzı, Çeviren: Nur Küçük/Yasemin Çevik, Evrim Yayınları-2000)
Mektuplara Yanıtlar
Feynman’ın kızı, daha yakınlarda onun metuplarını yayımladı. Feynman’ın kendisine gelen mektupları üşenmeden tek tek yanıtladığı görülüyor. Verdiği yanıtlarda çocuk ve gençlerin birer kişilik olarak değerlendirilmesi konusunu dikkate alıyor ve vurguyu kişisel yaratıcılığın kullanılmasına yapıyor. Bir babanın zeki çocuğu için istediği önerilere karşı verdiği yanıtta şöyle diyordu (1986): “Bilim adamları, birbirinden çok farklı yöntemler izlemiştir. Benim seçtiğim yol aslında şu anda oğlunuzun da izlediği yoldur: En çok ilgini çeken alanda, en iyisini yapmak için elinden geldiğince çok çalışmak. Diğer derslerin notlarını eğer mümkünse sıfırdan yüksek tutmaya gayret etmek. Ne olmak istediğine fazla kafayı takmadan, ne yapmak istediğinde odaklanmak. Aslında kendisi şu anda bunu bildiği için şanlısınız.”
Feynman, evrendeki kara maddenin içerdiği parçacığı öne süren bilimcinin izlediği mantığın ne olduğunu soran Caltech’teki bir öğrenciye “ Neden onun mantığını merak ediyorsun? Kendi mantığını oluştursana!” demişti. Dikkat çekmek istediği şey, bilimsel çalışmada hiçbir reçetenin, bir kurallar dizisinin ya da bir yöntemin geçerli olmadığı, kişisel yaratıcılığa dayandığıydı.
Fizikçi ve bilim yazarı Timothy Ferris, onun bilim adamı olarak işlevini belirtirken “kilit nokta, bir bilim adamı olarak, bilim ruhuna kattığı özgürlük, bütünlük ve heyecandır”demişti. 15 yaşındaki oğlunun, mühendislik mi yoksa fen bilimleri mi okuması gerektiğini soran eski bir arkadaşına yazdığı mektupta “Oğlun, kendi mutluluğunun peşinden gitme özgürlüğüne sahip olsun” diye yazmıştı. Yine ilerde NASA’da bilim adamı olarak görev yapacak olan bir öğrencisine de “Seni büyüleyen şeyi bulmak için çok çalış!” öğüdünde bulunmuştu.
1976’da parçacık fiziğinin gelişmeye açık olup olmadığını soran 19 yaşındaki bir fizik öğrencisine verdiği yanıt ilginçtir:
“Sakin olun. Hiçbir alanda, bütün araştırmalar bitmedi. Araştırmalar, yeni keşifleri, yeni keşifler yeni sorunları ve bu yeni sorular da yeni araştırmaları getirir.”
Kaynakça:
1. Feynman, Richard P.; Fizik Yasaları Üzerine (1964), Çeviren: Nermin Arık,TÜBİTAK Yayınları 1995
2. Feynman, Richard P.; Altı Kolay Parça (1963), Çeviren: Tolga Birkandan- Celal Kapkın, Evrim Yayınları 2002
3. Feynman, Richard P.; Keşfetme Hazzı, Çeviren: Nur Küçük-Yasemin Çevik, Evrim Yayınları 2002
4. Feynman, Richard P.; Kuantum Elektrodinamiği (1985), Çeviren: Ömür Akyüz, Nar Yayınları 1993
5. Feynman, Richard P.; Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman (1985), Çeviren: Osman Çeviktay, Evrim Yayınları 2000
6. Feynman, Richard P.; Her Şeyin Anlamı (1963, John Danz Konferansı), Çeviren: Osman Çeviktay, Evrim Yayınları 1999
7. Feynman, Michelle; Mektuplarıyla Feynman, Güncel Yayıncılık 2006
8. Ford, Kenneth W.; Herkes İçin Kuantum Fiziği: Kuantum Dünyası, Çeviren: Neslihan Sabuncu, Güncel Yayıncılık 2005
9.William H. Cropper, Büyük Fizikçiler (2001), Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Oğlak Yayınları 2004
Yorum Ekle